Ahmet Orhan

Türkiye'nin Son 40 Yılı

Ahmet Orhan

1.Bölüm İlk 20 Yıl

Değerli dostlarım Türkiye’nin yaklaşık 40 yıllık döneminde gayrisafi milli hasılanın ve kişi başına düşen milli gelirin nereden nereye geldiğinin farkında mısınız bilmem!.

Merakta kalmayın, amacım sizi Türk Ekonomi Tarihinden imtihan etmek değildir. Bu soruya da bizzat cevap verip merakınızı gidereceğim.

Geçen 40 yılın sonunda kişi başı milli gelirimiz tam tamına 4 kat artarak 10.000 Amerikan doları seviyesine ulaşmıştır.

Bu rakamdan da anlaşılacağı gibi ekonomik kıstaslardan biri açısından ciddi manada zenginleştiğimiz söylenebilir. 

Aslında ülkelerin zenginliğini dolaysıyla kalkınmışlığını sadece birkaç sayı ile izah etmek çoğunlukla doğru sonuçlar vermez.

Bizim de konuya buradan giriş yapmaktan muradımız Ülkemiz adına övünmek değildir. Kastımız üzerine inşa edeceğimiz bir zemin oluşturmaktır.

24 Ocak 1980 tarihinde Süleyman Demirel’in başbakanlığı döneminde alınan bir dizi ekonomik karar, Ülkemizde liberal kapitalist sistemin yerleşmesi ve Dünyayla uyum anlamında çok önemli sonuçlar ortaya çıkarmıştır. 


12 Eylül ihtilali söz konusu kararların uygulanmasını olumsuz etkilemesi bir yana, başında çalışanların olduğu geniş halk kitlelerinde baş gösteren muhalefeti baskıyla tamamen ortadan kaldırmış, kararların eksiksiz ve süratle uygulanmasını sağlamıştır. 

Bu kararlar neticesinde karma ekonomik sistem terk edilmiş, devletin “KİT”ler aracılığıyla süren ekonomik varlığına özelleştirmelerle son verilmiş, liberal ekonomiye geçilmiştir. 

1980 yılından kısıtlamalar altında yapılan 3 partinin yarıştığı 1983 seçimlerine kadar olan grev, lokavt, gösteri ve yürüyüşlerin olmadığı dönemde ekonomide ciddi manada düzelmeler yaşanmıştır. Ben bu durumu yeni yapılan baraj gölünün su toplamasına benzetirim. 

Ayrıca uygulamaya konulan liberal ekonomik kararların Türkiye’nin yabancılar gözündeki cazibesini arttırması sonucunda ihracattaki artışların da katkısıyla Özal döneminde ulaşım, haberleşme, enerji alanlarında yapılan çalışmaların getirdiği önemli bir ekonomik canlanma yaşanmıştır. 

Neredeyse İngiltere’yle birlikte başlayan özelleştirme maceramız ise iddia edildiğinin aksine hazineye doğrudan katkısı sınırlı olmuş, devletin iç ve dış borçları, azalması bir tarafa ülkenin toplam borcuyla birlikte artmaya devam etmiştir. 

Hatta rahmetli Özal bir konuşmasında Türkiye’nin dış borcunun100 Milyar dolar seviyesine ulaşması halinde Türkiye’de ihtilallerin tarihe karışacağını ifade etmiş ve dış borçlanmayı teşvik etmiştir. 

Turgut Özal’ın ifadesiyle “Transformasyon ve Entegrasyon” yani Devlet kurumlarının dönüşümü ve ülkenin dünyaya açılması faaliyetleri her türlü etki, iktidar değişikliğine rağmen ortaya çıkan dalgalanmalara rağmen devam etmiştir. 

Netice olarak Sümerbank, Etibank, TPAO, TÜPRAŞ, PETKİM gibi sanayi kuruluşları, PTT gibi hizmet kurumları ve EMLAK BANK gibi birçok finans kuruluşu çoğunlukla sat kurtul mantığıyla elden çıkarılarak özel sektöre devredilmiştir.

Tüm bu kuruluşların yanı sıra piyasa düzenleyici ve gelir dağılımının adaletli olması için hayati öneme sahip ÇUKOBİRLİK, ANTBİRLİK VE TARİŞ gibi dev kuruluşlar devletin gözetiminden çıkarılarak kaderine terk edilmiştir.
Buradan da anlaşılacağı gibi ülke ekonomisi liberalleşme adına vahşi kapitalizme terk edilmiştir. 

2001 yılında Milliyetçi Ana Sol diye adlandırılan Ecevit başkanlığındaki DSP MHP ANAP koalisyon hükümeti döneminde yaşanan ekonomik kriz sonrası bazı ekonomik ve sosyal üst kurullar ile piyasa denetim altına alınmaya çalışılmıştır. 

1980 yılından başlayan Türkiye’nin tarihi yolculuğu kronolojik olarak böyle sürerken toplumsal hayatımızda da büyük değişiklikler de yaşanmıştır. 
 
Toplumsal değişimin kilometre taşlarını dikkatle incelediğimizde İhtilalci Kenan Evrenin üniversite öğrencilerine yönelik Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün meşhur Türk Gençliğine Hitabesi’ne cevap mahiyetindeki
“Türkiye’yi kurtarmak size mi kaldı siz önce kendinizi kurtarın” şeklindeki konuşması o günleri yaşayanların hala hafızalarındadır. Oysaki devletimizin kurucusu Türkiye Cumhuriyetini gençlere emanet etmişti.

Hedefleri yok edilmiş ülküsüz bırakılmış insanların ülkesi haline gelen Türkiye sadece günlük heveslerin peşinde koşar gelmiştir.

Unutmayalım ki “Uğrunda ölümü göze alacak değerleri olmayanların hayatının anlamı yoktur.”

İşte bu toplumsal vasatta Türk Milletinin zinde güçleri başta gençler olmak üzere depolitize edilmiş, her geçen gün siyasete ilginin azalmasına neden olunmuştur. Ortaya çıkan yalnız içinde bulunduğu günü yaşama peşinde olan insanımız uluslararası sermayenin hedefi haline gelmiştir.

Koalisyon hükümeti kendi içinden kurulan tuzaklarla son bularak 3 Kasım 2002 yılında erken seçime gidilmiştir. 
Böylece Türkiye Cumhuriyet tarihinin en uzun dönemli tek parti iktidarına dayanan hükümetler dönemine girilmiştir.

Netice olarak Türkiye 1980–2002 yılları arasındaki yirmi yılı aşan sürede dönüşümü ve dünyaya açılmayı yaşanan tüm çalkantılara rağmen büyük oranda tamamlamıştır.

Yazımızın bundan sonraki bölümünde AK Parti’yi ortaya çıkaran şartları ve Türk Milletine verdikleri mesajı ele almaya devam edeceğiz.

Yazarın Diğer Yazıları