Dünya tarihinin en büyük, en acı ve en yıkıcı savaşı olan II. Dünya Savaşı bittiğinde tahmini 55 milyondan fazla insanın ölümü ile sonuçlandı. Kanlı savaşın ilk fitilini ateşleyen baş aktör Almanya’nın 6 milyondan fazla vatandaşı bu savaşta ölmüştü. Savaş sonrası Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılan Almanya’nın, yıkılmış, mezarlığa ve viraneye dönen şehirlerini yeniden inşa etmesi için büyük bir işgücüne ihtiyacı vardı.
İş gücü ihtiyacını önce İtalya’dan alınan işçilerle gidermeye başladı fakat bu iş güçü yetmedi. Sonrasında Yunanistan ve İspanya ile işgücü alım anlaşması imzalandı. Türkiye’de o dönem işsizlik oranın yüksek olması ve bu işsizliğe çözüm için arayışa giren Türk Hükümeti vatandaşları için iş ve bir umut kapısı olarak Almanya’yı tercih etti. 30 Ekim 1961’de ise Türkiye ile imzalanan İşçi Mübadelesi Anlaşması’yla Almanya’ya ilk Türk işçi göçü resmen başlamış oldu.
İlk Türk işçi kafilesinin 27 Kasım 1961’de Almanya’ya ulaşması ile başlayan göç serüveni zaman içerisinde sayısı hızla artan Türk işçileri, Almanya’da en büyük işçi grubu haline geldi. 27 Mayıs 1960 tarihinde darbe ile demokrasiyi kesintiye uğratanlar bu kez 12 Mart 1971 sahneye çıktılar. 12 Mart darbesi sonrası Almanya’ya siyasi göç dalgası başladı. Bu göç 12 Eylül 1980 darbesine kadar standart bir göçmen sayısı ile devam ederken, 12 Eylül darbesi sonrasındaki siyasi göçün sayısı çok ciddi oranda arttı. Bu göç daha önceleri güzel bir gelecek kurmak ve gurbet ellerde aş için, ekmek için giden işçileri de etkiledi. Türkiye’de art arda yapılan darbeler halk arasında kutuplaşmalara sebep oldu. Türkiye’den gelen devrimci üniversite öğrencileri ve siyasi göçmenler Almanya’da birçok dernekler kurup yazılı materyal yayınlarla bunları destekleyerek ciddi bir ivme kazandılar.
Bu gelişmeler eşiğinde Almanya’ya göç eden Kürtlerin tarihi 1950’lere dayanmaktadır. Bu göç önce Irak, İran ve Suriyeli Kürtlerin ülkelerinden siyasi nedenlerle Almanya’ya iltica etmesi ile başlar, sonrasında ise 1970’li yılların başında Türkiye’de bulunan Kürtlerin göçü ile başlayan süreç 12 Eylül darbesi ile en üst seviyeye çıkar. Darbe ile Türkiye’den gelenlerin bir önceki göçlerden gelenler ile arasında ki en büyük fark bu göçün oldukça politize olmuş bir göçmen kitlesinden oluşmasıdır. İş imkanları ve yüksek ücretlerin ötesinde, Alman yasalarının göçmenlere ve siyasi mültecilere sağlamış olduğu fırsatlar Almanya’yı Kürt siyasal hareketi için ideal bir destinasyon haline getirdi. 1961’den itibaren işçi göçü şeklinde başlayan, 1980’lerden itibaren ise siyasi nedenlerin de etkisiyle artan Kürt göçü nedeniyle Almanya’da ciddi bir Kürt nüfusu birikti. Her ne kadar 1973 OPEC krizi Almanya’nın misafir işçi politikasına bir ket vurmuş ve Türkiye’deki işçi bulma bürolarını kapatmışsa da, Almanya’ya Kürt göçü legal ve illegal yollarla devam etti. 1980 askeri darbesi ardından siyasi ilticada bulunan, politik olarak bilinçli ve aktif Kürt milliyetçileri Almanya’daki Kürt hareketini güçlendirmiş ve dinamizm katmıştır. () İlk gelen göçmenler daha çok para kazanmak amacıyla geldilerse de 1970´li yılların başlarında oluşumuna başlanan ve 1978 yılında Diyarbakır'ın Lice ilçesinin Fis Köyü’nde kuruluşunu ilan eden terör örgütü PKK, 12 Eylül darbesi sonrası emir ve eğitim merkezini yurt dışına taşıdı.
Faaliyetlerini yürüttüğü ülkelerin başında Suriye, Irak, Lübnan, İran, Ermenistan olsa da Avrupa’da da taraf toplamak için Almanya terör örgütünün en stratejik merkezi haline dönüştü. Almanya’da kurulan birçok dernek ve kuruluş tek bir çatı altında toplanmak için 1979 yılında Frankfurt´ta bir kongre yaparak, Kürdistan İşçi Dernekleri Federasyonu’nu (KOMKAR) kurdu. Almanya’da örgütlenen PKK terör örgütü politize olmuş Kürtlerden taraf ya da üye kazanmak konusunda zorluk çekmemiş ve hatta Kürtler dışında Almanlar ve diğer etnik kesimlerden destekçiler de bulmuştur. Bu desteklerle birlikte Almanya, terör örgütü PKK’nın finans ve insan kaynağını temin ettiği en önemli ülkeler arasında yer almıştır. 1980'li yıllara gelindiğinde ise PKK terör örgütü ve ona yakın veya örgütün uzantısı olan dernekler faaliyetlerini hızlandırmaya başladı. Böylece Almanya'daki bu Kürt varlığı Almanya, Türkiye ve Kürtler üçlüsünü birbirine bağlayan basit bir göç hikâyesinin ötesine geçmiş oldu. PKK hızla örgütlenerek Almanya içinde kampanyalar düzenlemeye başladı. Kendi ayrılıkçı taraftar cephesini genişletmek üzere Almanya’da yaşayan Kürt topluluklarını kullanmaktan geri durmadı.() Siyasal nedenlerle Almanya’ya göç eden nüfusun fazlalığı ise Kürtlerin bu ülkede yaşayan diğer göçmen gruplara göre neden daha fazla politize olduğunu ortaya koymaktadır. Büyük oranda milliyetçi saiklerle organize olan bu Kürt gruplar; Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki devletlere karşı mücadelelerini Avrupa’ya taşımışlardır.() Bu gruplar 1980’lerin ortalarından itibaren Alman politikacıları Türk siyasi otoritelere baskı yapmaya ikna etme konusunda da oldukça aktif olmuşlardır. () Almanya İç İstihbaratı Anayasayı Koruma Dairesi, 1983 yılında henüz PKK’dan bahsetmemekteydi (hatta dönemin raporlarında Kürtler için ayrı bir başlık bile bulunmamaktadır).
Fakat çok geçmeden PKK, 1984 yılında gerçekleştirdiği bir örgüt içi infazı dolayısıyla Almanya’nın radarına girdi ve ilk kez bu olayla söz konusu raporlara dâhil oldu. Hessen Eyaleti'nin 1984 yılı Anayasayı Koruma Dairesi Raporu örgüt üyesi Zülfü Gök’ün yine bir Kürt tarafından öldürüldüğünü konu etmekte ve aynı rapor yine İsveç’te de benzeri bir örgüt içi infaza dikkat çekmekteydi. Öte yandan bu raporlarda PKK henüz bir terör örgütü olarak sınıflandırılmamakta ve defaatle eylemlerinin içe yönelik olduğu vurgusu yapılmaktaydı. Bu arada 1984 yılında PKK, Avrupa’daki kurumsal çalışmalarını yürütmek üzere çatı örgüt olarak ilk federasyonunu, FEYKA Kürdistan’ı kurmuştu. Almanya’da PKK’ya bağlı bütün dernekler FEYKA Kürdistan (Almanya Kürdistan Yurtsever İsçi ve Kültür Birlikleri Federasyonu) çatısı altında toplanmıştı. 1985 yılına gelindiğinde PKK Almanya’da protesto ve mobilizasyon faaliyetlerine yoğun şekilde başladı ve bu tarihten itibaren PKK, Almanya İç İstihbaratı Federal Anayasayı Koruma Dairesi'nin (Bundesverfassungschutz) nihayet yörüngesine girmiş ve daire PKK’yı izleme kararı almıştı. 1985 yılı Anayasayı Koruma Dairesi raporlarında Kürtler için artık yeni bir alt başlık açılmış ve böylece PKK’nın eylemlerine ve hedeflerine yer verilmişti.
Aynı raporlarda Avrupa genelinde İsveç, Danimarka, İsviçre ve Fransa'daki eski PKK yöneticileri ile birlikte PKK’ya muhalif kişilere karşı yapılan infazlara da yer verilmekteydi. Nihayet 1986 yılı Hessen Eyaleti Anayasayı Koruma Dairesi raporunda PKK’nın bir terör örgütü olduğu zikredilse de, örgüt henüz bir yasağa veya müeyyideye tabi tutulmamıştı. 1987 yılı Hessen eyaleti raporlarında ise PKK’nın yalnızca terörizme varan örgüt eylemlerinden bahsedilmekteydi. 1988 yılına gelindiğinde ise, Irak ordusunun Halepçe kimyasal saldırısı Almanya’da yine Kürt grupların eylem ve protestolarının artmasına sebep oldu. 1988’de yayınlanan iç istihbarat raporları, PKK’nın Kürt örgütleri arasındaki liderlik iddiasını, şiddet kullanarak hâkim kıldığını, Ortodoks-komünist ve “kısmen terörist” olarak tanımladığı bu yapının en güçlü örgüt olduğunu vurguladı. 24 Ekim 1989 yılında Duesseldorf Yüksek Eyalet Mahkemesi, 2’si kadın 19 PKK yöneticisine terör örgütü kurma, cinayet, adam öldürmeye teşebbüs ve adam alıkoyma/kaçırma gibi suçlamalardan dava açtı. Yargılananlar arasında terör örgütü PKK’da bu gün hala yönetici konumunda olan Duran Kalkan ve Ali Haydar Kaytan’da bulunuyordu. Duesseldorf Davası, PKK için Almanya’da bir kırılma sürecinin başlangıcı olmuştu. Bu PKK ile ilgili Almanya’daki ilk büyük yargılamaydı ve bu dava yine Almanya içinde ve dışında birçok eylemi de beraberinde getirdi. Söz konusu davanın akabinde Abdullah Öcalan, Stern dergisi ile yaptığı röportajda, duruşma ile ilgili olarak, PKK'nın Almanlara doğrudan saldırmadığını, ancak Almanya’nın bu tutumu değişmediği takdirde Türkiye'deki Alman kurumlarına karşı harekete geçileceğini söyledi. Öcalan bu röportajda, “Partinin Avrupa'daki mücadelesi de başka bir boyuta ulaşabilir” tehdidinde bulundu. İlk defa açıktan Almanya’ya yapılan bu tehdit, PKK’nın Almanya’da bir terör örgütü olarak tanımlanacağının sinyallerini vermekteydi. PKK artık Almanya’ya karşı tehditlerini önemli ölçüde artırmıştı.
1991 yılında Bitlis’in Tatvan ilçesi sınırları dâhilinde bulunan Nemrut Dağı Krater Gölü’ne gezi amaçlı geden 15 Alman turist PKK tarafından alıkonuldu. Turistlerin konakladığı kampa baskın yapan terör örgütü mensupları turistlerden Alman uyruklu olan 15 kişiyi ayırıp yanlarına alarak olay yerinden uzaklaştı. 15 turistten 5’i kendi imkânları ile kurtulmayı başarırken, geri kalan 10 turist alıkonulduktan 9 gün sonra terör örgütü tarafından serbest bırakıldı. PKK’ya bağlı ERNK cephe sorumlusu konuyla ilgili yaptığı açıklamada, bu olayı "yerel gerilla unsurlarının aldığı münferit bir karar" olarak nitelendirmiş ve Türkiye’ye seyahat edecek turistlerin, "Kürdistan Komitesi"nden vize almasını tavsiye edecek kadar ileriye gidiyordu. Tüm bu eylemler PKK’nın yasaklanması tartışmalarını da böylece başlatmış oldu.()