Mehmet Demirlek

Hilafet, Saltanat ve Cumhuriyet

Mehmet Demirlek

    İnsanlık bireysel yaşam mücadelesinden sonra sosyal yaşam mücadelesine doğru evrilirken önce kabile devletleri, sonrasında şehir devletleri ve nihayetinde de modern devlete doğru gelişim göstermiştir.Eski şehir devletlerinin yerini sonrasında geniş coğrafyaya hükmeden imparatorluklar, modern anlamda devletler almış durumdadır.Baskı ve gücün hakim olduğu yapay imparatorluklar da bir bir çökerek, kültür birliklerinden oluşan modern devletler oluşmaya başlamıştır.Nesnel bakış açısıyla devlet denilen kavramın hayali bir varlık olduğu, bu kurumun yine insanlarca oluşturulmuş bir kurallar, yetkiler ve yetkililer bütünü olduğu, bir amaca hasredilen varsayımsal bir aygıt olduğu gerçeğini gözetmek gerekecektir.Bu sebeple; esasen nesnel bir varlık olmayan DEVLET kavramına kutsallık atfedilmesi modern toplumlarda mümkün değildir.Kutsal olan DEVLET değil, insanın kendisidir.Zira; insanın olmadığı yerde DEVLET diye varsayımsal bir kurum da olamayacağı gibi, devletin varlık sebebi de insanın var oluşudur.

    İlk çağlardaki kabile, şehir devletlerinin gelişime paralel olarak; M.S. 500-600’lü yıllardaki Arap coğrafyasında da kabileler hüküm sürmekteydi.Bu anlamda İslam’ın doğduğu topraklarda modern devletleşmeden bahsedilemez.Mekke ve Medine ekseninde başlayan müslümanlaşma hareketinin sayısal olarak artışıyla birlikte İslam Dinini benimseyenlerle diğer dinlere inananlar arasında bir güç mücadelesi başlayarak din eksenli devletleşmenin doğuşu başlamıştır.Bu devletleşme eğiliminin modern devlete dönüşümü yüzyılları almıştır.Yani; resmi tarihte anlatıldığı gibi; İslam Devleti’nin kuruluşu Hz. Muhammed ile başlamadığı gibi, yüzyıllarca yıl sonra da ortada modern bir devletten bahsedilmesi mümkün değildir.

    Hz. Muhammedin ölümüyle birlikte; Arap şehirleri Mekke ve Medine’ye hükmedecek sultanın kim olacağı tartışma konusu edilmiş, nüfuz olarak en güçlü aşiretlerden birinin reisi (Ebubekir) “Muhammed’in halefi” kılıfıyla sultanlığa oturtulmuştur.Arkasından bu sultan “Muhammedin halefi” olduğu halde yine başka bir kabileye mensup Müslümanlarca öldürülmüş, yerine başka bir sultan (Ömer) getirilmiştir.Bu sultan da fazla uzun ömürlü olamamış, yine Müslüman Ümeyyeoğullarından (Emevi) birileri tarafından öldürülerek Ümeyyeoğullarından Osman sultanlığa getirilmiştir.Bunu hazmedemeyen başka bir Müslüman kabileden birileri Ümeyyeoğlu Osman’ı öldürerek, kendi kabilesinden Ali’yi sultan yapmıştır.Bir süre hükümranlık süren Ali de yine Ümeyyeoğullarından birilerince öldürülmüş, yerine Ümeyyeoğullarından Ebu Süfyan ve Hind’in oğlu olan Muaviye Müslüman kabilelerin sultanı olmuştur.En büyük Muhammed düşmanı bir çiftin oğulları olan Muaviye artık Muhammed’in halefi olup, ona yapılacak başkaldırı Muhammed’e ve Allah’a başkaldırı sayılacak olup, cezası da ölüm olacaktır.Muaviye ile birlikte artık Ümeyyeoğulları (Emeviler) saltanatını iyice güçlendirmişler, uzunca bir müddet saltanatlarını garanti altına almışlardır.Muaviye ölünce varis olarak kendine oğlunu seçmiştir ve böylece babadan oğula geçen “Muhammed halefliği” kılıfına bürünmüş bir saltanat devri başlamıştır.Emevi kabilesi 100 yıl kadar saltanatını elinde tuttuktan sonra Abbasoğulları kabilesi bu kez “Muhammed halefliği”ni, doğal olarak saltanatı ele geçirmişlerdir.Sonraki yüzyıllarda bu haleflik başka kabilelerin eline geçmiştir.Yüzyıllar boyunca “Muhammed halefliği” saltanatın anahtarı haline gelmiştir.Muhammedin halefleri yeri gelmiş gece alemlerinde içkili, müzikli, haremli eğlencelerden başını kaldırmamışlar, yeri gelmiş Muhammed’in torunlarının başlarını kesmişlerdir.Fakat hilafet sevdalıları halifelerin bu yönünü pek görmezler ve dillendirmezler.Çünkü hilafet dinsel bir kurum olmaktan ziyade, dinin kılıf olarak kullanıldığı bir saltanat aracı olmuştur.

    İşte bu şartlar altında İslam dünyasında yüzyıllardır kimsenin dillendirmeye cesaret edemediği bu yapay kurumun ortadan kaldırılmasını dillendirmek değil, direkt olarak kaldırmaya cesaret etmiş bir lider de Türk Milleti’ne nasip olmuştur.Mustafa Kemal bunun için dünya lideridir.Mustafa Kemal’in geniş topraklara hükmeden birçok kral ve imparatordan daha büyük olmasının sebebi budur.Bir imparatorluk yıkıntılarından yeni bir devlet kurmayı başarmış, bu devlette kendine güç devşirmek yerine, o büyük dehasına rağmen kendi elleriyle yetkisini kısıtlayarak, kendi halkına CUMHURİYET’i armağan etmiştir.Bir devleti yönetmek için ender bulunan bir dehaya sahip iken, egemenliği kendisine maletmemiş, millete bağışlamıştır. Tarih boyunca krallar, sultanlar, imparatorlar kendilerine güç devşirme mücadelesi vermişken o, mücadelesini kendisi için değil, milleti için vermiştir.Atatürk; sözde değil, özde demokrasi kahramanıdır.Meydanlarda “millet iradesi” diye bağırıp millet şaklabanlığıyla güç kazandıktan sonra bütün yönetsel güçleri elinde toplamamıştır. Bilakis; milli iradenin, TBMM’nin kendisine verdiği olağanüstü yetkilerden kendi isteğiyle feragat etmiştir.O, gücünü miting meydanlarından millet şakşakçılığıyla değil, savaş meydanlarından milli ruhla donanmış üstün askeri dehasından almıştır.O, saltanattan CUMHURİYET’e geçişin mimarıdır.Doğal olarak da Cumhuriyet’i bir araç olarak görmemiştir.Cumhuriyet’i amaçlamıştır.Gerçek halk iradesi CUMHURİYET’tir.Cumhuriyet’e saldıranların “halk iradesi” söylemi kocaman bir yalandır, Cumhuriyet onlar için aydınlanma devrimini tamamlamamış bir milleti kocaman yalanlarıyla kandırarak saltanatlarını kurma ve devam ettirme aracıdır.

    29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun…

Yazarın Diğer Yazıları